Firar



















28.09.2018

FİRAR

İstanbul’u çok seviyorum, hem de çok. Üniversite eğitimi için gittiğim bu şehirden kopamadım sonrasında da, çalışma hayatıma burda başladım ve devam ettim. Kendi hayatımı anlatmaya niyetli olmadığım bu yazımda İstanbul maceralarıma, nerelerde çalıştım, neler yaptım İstanbul’da kısmına girmeyeceğim. Şu kadarını söyleyebilirim ki İstanbul dolu dolu yaşanması gereken bir şehir. 15 yıl boyunca eğitim ve sonrasında çalışma hayatımı sürdürdüğüm bu şehirde hala keşfedemediğim çok yer, bolca etkinlik, tanışamadığım nice güzel insan var. Dünyanın en renkli şehirlerinden olan güzel İstanbul’umun Asya’ya uzanan, Avrupailiği de barındıran o karmaşık ritmi bu şehri hem tarih, hem de modern açıdan donanımlı bir mozaik kılıyor. Kendi aklımın bu şehri terketmeye yetmediğini söyleyebilirim, ta ki bir yaz dönemi işimden ayrıldığımda hadi dedi yazı geçirmeye Çanakkale’ye gidelim, gidiş o gidiş.
Şimdi şimdi İstanbul’da yaşayan tüm arkadaşlarımın ortak hayali İstanbul’dan kaçış, işte ben o kadar zor olmadığını anlatmak istiyorum aslında bu yazımda. Yaşlarımız 30’ları devirmeye başladıkça geliyor bu istek, gerçi bende aman aman bir kaçma isteği yoktu, yaptığım işi, arkadaşlarımla etkinliklerimizi, kardeşimin, kuzenlerimin İstanbul’da yaşamasını, bunların hepsini seviyordum açıkçası. Yaz tatillerinde ziyaret ettiğim tatil beldelerinden dönemiyordum, dönmekte zorlanıyordum daha doğrusu.  Neden ya neden diyordum her defasında, neden böyle bir yerde yaşamıyorum ki. Mersin’de büyüyen ve çocukluğunu 3-4 ay her gün denize girerek geçiren bir çocukluk yaşayarak geçirdikten sonra İstanbul’un giremediğin denizine uzaktan bakmak kahrediyordu beni. Hafta sonları Kilyos sahiline yaptığımız kaçamakların yolu uzun sürüyordu, hem de deniz gibi deniz değildi sanki hiçbiri, dalgalarla oynayan çocuklar gibiydik, bu denizimsilik kesmiyordu beni. Dönüşte Uzunya’da içtiğimiz rakılar da olmasa hiç tadı yoktu sanki. İstanbul’un denize girileceği koyları sonra sonra keşfettim gerçi, ama bu da bir başka yazının konusu yine, üstelik yazmaya değer de değil.
Yazı geçirmek için kalkıp geldiğimiz bu şehirde 4. yılımızı devireceğiz bu sene, üstelik Çanakkale’de de değil, Eceabat’ta yaşıyoruz. Eceabat İstanbul’dan sonra gelmek için en şirin alternatif değil aslına bakarsanız, şirin mi şirin Şirince veya bohem kafeleriyle bir Urla değil örneğin, ama konu bütününe bakıldığında harika bir konumda.
Eceabat’ın eski adı Maydos, Maydos Kilisetepe Höyüğü Çanakkale Boğazı’nın Avrupa yakasında, Kilye Koyu’nun hemen güneyinde yer alan Maydos Kilisetepe Höyüğü, ismini daha önceleri üzerinde bulunan Hagios Dimitrios isimli bir kiliseden almıştır ve Gelibolu Yarımadası’nın en büyük höyüklerinden biridir. Eceabat’ın literatürde geçen özet bilgisine aşağıda ulaşabilirsiniz, ben Eceabat’ın ve Çanakkale’nin kendimce özetine kaldığım yerden devam edeyim.
Eceabat; Gelibolu Yarımadası’nın ucunda kalarak Avrupa Kıtası’ndan Asya’ya göz kırpar. Yarımada boyunca Çanakkale Boğazı’nın ve Saros Körfezi’nin koynunca ilerler, Seddülbahir’de yer alan abide ile tarihe, yarımada boyunca uzanan şarap bağları ve üretim tesisleri ile geleceğe selam çakar. Önce biraz buralardan bahsedelim, sonra karşıya birlikte geçeriz.
“Bastığın yere toprak diyerek basma tanı, düşün altında binlerce kefensiz yatanı” yazısı Eceabat’ın girişinde duruyor, çünkü burası tam da orası, öyle kolay değil işte burda bastığın yere toprak diye basmak. Yarımadanın her bir yanındaki anıt mezarlıklar aslında gerçekten sadece birer anıt, bu yarımadanın her santimetrekaresi şehitlik, benim bu satırları bir kadın olarak özgürce yazabilmemi mümkün kılan, başım dik, sırtım pek hayatıma devam etmemi, kendi istediğim gibi çalışıp, kendi istediğim gibi özgürce yaşamamı mümkün kılan, bağımsızlığımı borçlu olduğum cengaverlerin omuz omuza savaştığı ve canlarını teslim ederek bize cumhuriyeti dimdik bir bayrak gibi bıraktıkları coğrafya burası. Her taşı, her ağacı, her kuşu bir selam borçlu o şehitlere. Atatürk’ün seyir terasından, Bigalı Köyü’nde yer alan konakladığı eve, Seyid Onbaşı’nın top mermisini kaldırdığı tabyalardan Anafartalar’a, Avustralyalılar’ın her yıl burada yatan çocuklarını anmaya geldiği Anzak Koyu’na zengin tarih yatıyor bu topraklarda.
Her hafta memleketin farklı yerlerinden otobüsler dolusu insanlar geliyor, bu alanları görmeye, şehitleri anmaya, emekleri için teşekkür etmeye. Birkaç damla gözyaşı bırakıp öyle dönüyorlar geldikleri yerlere, unutuyorlar sonra belki kim bilir, kimi de hep kalbinde taşıyor belki. Buranın esnafı da yaz kış gelen gidenler sayesinde ayakta duruyor, şimdiye kadarki en önemli gelir kaynağı gelen gidenlerin teşkil ettiği turistik değer.
Eceabatlılar’ın çoğu balıkçı, iyi kötü herkesin bir balıkçı teknesi, lüfer sezonu için büyük hayalleri var. Zeytin ve badem ağaçları, köyde de domates ekebileceği toprağı olanlar da var, civardaki işletmelerde çalışanlar ve iş arayanları da, ama asıl söylenmesi gereken küçük bir yer de olsa insanlarının mutlu olduğu. Yazın neredeyse her gün düğün var ve bir kasabada herkes mi güzel oynar, sanki herkes roman. Roman havası olmadan asla eğlenemiyorlar, denize sıfır düğün salonunda saatlerce roman havasıyla önce kızlar kendi aralarında, sonra mahallenin delikanlıları çalgıcıya cabo vere vere tüm streslerini atıp ertesi güne tekrar kaldıkları yerden başlıyorlar. Şortla gezen kızlara dönüp laf attıkları bir yer değil burası, oldukça modern, hala güzel bir kafesi veya şık bir kuaför salonu yok, ama fazlalıklarınızdan kurtulduğunuz, doğayla kucaklaştığınız bir yer burası, anlatmaya başlıyorum.
Benim için Eceabat dilediğim zaman Beşiktaş’tan Kadıköy’e geçer gibi karşıya geçtiğim ve dilediğimce şehrin tadını çıkarabildiğim ve bunu yaparken boğazın kıyısında yeşillikler içinde yaşadığım cennet bir yer. Eceabat’ın köylerine doğru araba sürmeyi seviyorum mesela, sanki bir film setinde gibi hissettiriyor her yer, her an bir film karesi çekilmeye hazırmışçasına stylingi yapılmış, makyajıyla allanıp pullanmış bir doğa. Sağıma bakıyorum boğaz, soluma bakıyorum zeytin ağaçları. Ön tarafı boğaz, arka tarafı Ege Denizi, Saroz Körfezi.
Bir yaz mevsiminde güzel bir sabah serinliğinde arabanı Kemikli’ye doğru sürmeyi dene, içinden 100’e kadar sayarken 1,2, 3,10,20,80,90 derken km’lerce ayçiçeği geçeceksin sağlı sollu, arabayı birazcık kirleticez ama olsun, kirlenmek güzeldi. Kemikli’ye vardığında yanında bir şemsiye, bir buz çantası, biraz meyve, biraz içecek birşeyler varsa yüzünü denizle yıkamak çok iyi geliyor insana.
Bir akşam serinliğinde Kabatepe’ye varıp Orman kampında denize girmek, veya iskeledeki Kabatepe Balıkçısı’nda kılıç balığı yemek, güneşi en batıda batırmak hayatın size bahşettiği bir hediye, Kabatepe’de gün batırmak herkesin tattığı bir an değil, inanın bana. Hızınızı hala alamadıysanız Kabatepe iskelesinden Gökçeada’ya kalkan feribotlar var, çok makul günlük konaklama ücretiyle cici oteller var adada, dünyanın en güzel gün batımı Kaleköy’ün en tepesindendir. Şair olasın, aşık olasın,  her günü orada öylece yavaş yavaş, her anını aklında tutarak güneşin batmasını izleyesin gelir. Gökçeada da ayrı bir yazı konusu olmalı bakıldığında, bahsi açıldığı için değinmek istiyorum. Gökçeada halen Rumlar’ın yaşadığı güzel Rum köylerini ve evlerini içeren, güzel koylarıyla ve adada dolaşan keçileriyle, doğada kendiliğinden açan pembe zakkum çiçekleriyle hiç değilse bir Rum köyünde kahve içmeye gitmeye değer bir yer. Gökçeada’yı bir başka yazı içeriğinde genişçe anlatacağım, tek tek önerilerimle. Eceabat’tan ve Çanakkale’den devam ediyorum, ama Türkiye’nin 2 adası olduğuna ve bunlar da Çanakkale’de olduğuna göre çok şanslı sayıyorum kendimizi, güzelliklerle bezeli bir şehir.

Eceabat benim için en çok da hayvan bakmak için müsait bir yer olduğu için güzel, aslında en sevdiğim yanı Çanakkale’ye yakınlığı, istediğim zaman küçük kafelerin ve meyhanelerin müdavimi oluveriyor, istediğim zaman tüm kalabalıklardan kaçarak kendi hayatımıza genişçe zaman ayırabiliyoruz. Buraya taşındığımızdan beri çokça köpek baktık, 2 köpeğimiz, 1 kanaryamız, İstanbul’da yaşarken camıma konduğu günden beri bizimle olan Şakir’imiz, yani evimizin reisi papağanımız, köpeklerimize kendimiz bakamadığımızda bizim yerimize sahip çıkan kardeşlerimiz, balkonumuzdaki çiçekleri sulayamadığımızda anahtarımızın yedeğiyle gelip yardımcı olan arkadaşlarımız var, bu kadar güzellik de insana yetmiyorsa yetinmeyi öğrenelim o zaman. Ama güzellikleri de bizim yarattığımızı unutmayalım ki hepimiz aynı çaba içinde olalım, hayatımızı en mutlu kılan işte bu çaba.
Eceabat’ın ve aslında yarımadanın tamamına bakarsak bahsetmeyi atlamamam gereken bir diğer konu da Gelibolu Yarımadası’nın bağları ve şarap üreticileri. Bölgede Suvla Şarapları başta olmak üzere Vinero Bağcılık, Ergenekon Şarapçılık, Chateau Kalpak, Asmadan gibi şarap üreticileri mevcut. Bozcaada’da yer alan Çamlıbağ, Ataol, Talay, Amadeus, Corvus, Güler Ada şarap markalarını da eklersek Çanakkale şarap üreticileriyle sektörde bir kümeleşmeyi sağlamış durumda şimdiden. Doluca’nın bölgedeki bağlarını da atlamayalım, sektörden biri olarak civardaki şehirlere kıyasla ciddi bir yönelimi var Çanakkaleliler’in de şaraba, tüketim hiç fena değil. Ben Suvla Şarapları’nda çalışıyorum ve Suvla’nın Eceabat’ta yer alan fabrikasının önünde yer alan Suvla Lokantası hem Çanakkaleliler hem de İstanbul güzergahından gelen ziyaretçiler için alışveriş yaptıkları, uygun fiyatlara farklı üzümlerden oluşan şarap alternatiflerini deneyimledikleri keyifli bir şarap evi. Bölge için oldukça şık bir alternatif oluşturmasının yanı sıra şarap kültürünün yayılmasına da etkisi çok büyük. Yine bölgede yer alan Vinero bağcılık içinde yer alan Hotel Caeli öno turizmi yani şarap turizmini yaymaya çalışan, şarap üretim tesisini gezebildiğiniz, her biri bir üzüm isminden esinlenilen odalarında konakladığınızda işletmenin üzüm bağlarına karşı şarap kadehinizi şerefe kaldırabildiğiniz bir işletme, gerçi bu otelde konaklamak her babayiğidin harcı değil, özetle bu bölge bağ rotasını elinize alıp sırayla gezmeniz gereken bir yer oluverdi çoktan. Eceabat’ta çalışan genci yaşlısı insanların bu işletmelerde çalışarak ülke ekonomisine katkıları da bir gerçek, bu bölgeye ait şaraplardan, bağlardan, gezilesi rotalardan bol bol bahsedeceğim bundan sonra. İşimle alakalı içerik türetmiyorum çok artık, zamanım benim için değerli, hayatım işimden ibaret değil çünkü, firarın en sevdiğim yanlarından biri de bu, kendinize bolca zaman ayırabiliyorsunuz. Ama şarabı da Suvla’yı da seviyorum, çünkü şarap mevsimselliği, üzümlerin birbirinden farkını, bağın estetiğini, doğanın oyunlarını, kırmızının tonlarını, şarapların birbirinden ayrışan yanlarıyla zenginliği, bolca içeriğiyle süprizleri barındırıyor. Suvla ise sadece ve sadece kaliteli şarap üretiyor, üstelik çok sade ve zevkli, reklam ajansında çalışmış ve yıllarca satış pazarlama alanında farklı firmalarda çalışmış birisi olarak marka konumlandırmasını güzel yapan markalara ve emektarlarına güzel güzel şapkalarım var, Suvla’ya da şapka çıkarmalıyız, bu ülke için değer yaratan herkese müteşekkirim bir Atatürk genci olarak. Üreticilere ve emektarlarına sahip çıkmalıyız ülke olarak, güzel günler göreceğiz güneşli günler, inşallah..
Eceabat’ı her yerinden olta sallayabildiğiniz kıyıları, bir mat aldığınızda her yerde denize girebildiğiniz gölgeleri, elinizdeki şarap kadehiyle yalınayak bahçelerinde gezebildiğiniz şarap evleriyle yeterince anlatabildiğimi umuyorum. Gelibolu'da da bir kaç saat geçirmelik seçenekler var. Gelibolu’da kızlı sardalye, Zafer Yoğurtlarından peynir helvası ve yoğurt almak, İlhan Balık’ta da bir mevsim balığı yemek, Hamzakoy'da bir kahve ya da bir bira içmek gibi. Aslında Eceabat'tan çok daha güzel bir yer, Eceabat'ın avantajı Çanakkale'ye ve dünya güzeli Kabatepe'ye yakınlığı. Alabildiğine çam kokuları arasında mavinin her tonu, salaş bir balıkçı, balıkçı gemileri ve Gökçeada feribotu.
Eceabat limandan ve 5km uzaklıktaki Kilitbahir limanından kalkan feribotlarla karşıya, yani Çanakkale'ye geçebilirsiniz.  Eceabat'tan saatbaşı kalkan feribotlarla karşıya geçmek 25 dk sürüyor, beklemelerle bu süre uzayabilir. Kilitbahir'den karşıya geçmek daha kısa, 10 dk'da hop karşıdasınız, üstelik her çeyrek geçe ve çeyrek kala bir vapur var. Yaz sezonunda veya bayram seyran gibi yoğun dönemlerde bu geçişler saatsiz ve daha sık olmaya başlıyor ama bu defa da kuyruklar uzun sürüyor, yaz döneminde bu geçiş bir çile, ille de yazın gelecekseniz bu geçişi bir Perşembe ya da bir Salı yapmaya çalışın, kendinizi de bizi de yormayın, maalesef uzun sıralar olup duru. Gelibolu ve Lapseki'yi birbirine bağlayacak olan boğaz köprüsü bitmedi, hatta daha yeni başladı. Eceabat'ta yaşayan bizler için bir alternatif olmayacak bu köprü ama Güney Ege'ye inmek isteyenler için bekleme yapmadan geçebilecekleri bir güzergah olacağı kesin. 
Çanakkale’yi küçük kordonu ve kordonun ortasında Troy filminin anısına şehre hediye edilen tahta atıyla hemen tanıyacaksınız. Kordon boyunca dizili olan küçük cafe ve restoranlarıyla şipşirin, büyüleyici güzellikte bir şehir Çanakkale, ham yapasınız gelir. Kordona yakın mesafede Aynalı Çarşısı, seramik satan dükkanları, müzeleriyle sanki maket bir şehir, küçücük. Barlar sokağında yer alan Mor Salkım en eski meyhanelerden birisi, boğaza karşı yemek yemek istiyorsanız  şehrin en iddialısı Yalova Restoranı deneyin derim. Akol Hotel tepesindeki Radika da üçüncü bir alternatif, belki biraz daha ekonomik de olabilir, boğaza tepeden bakmak da bir başka keyif, servis ekibi de genç, sempatik çocuklar.
Çanakkale’den Ege’ye yola çıkarsanız Ezine’den peynirinizi tadarak alır, Assos’u koy koy gezer, ülkemizin en güzel denizlerinden birine girer, Assos bölgesine duyacağınız ömür boyu sürecek aşkınızla birlikte ayrılırsınız sonrasında burdan. Buralarda konaklamamız gerektiğinde Ege Evi diye şirin bir evde kalıyoruz biz, karı koca işlettikleri bu minik otelde A’dan Z’ye herşey özenle geçilmiş, vitrin tasarımcısı olduklarını söylediklerinde telefonlarını almıştım başta, belki beraber fotoğraf çekimi yaparız diye ileride, zamanla aile olduk. Özenle kurdukları sofralarda bazen birlikte oturuyoruz, İstanbul’dan geldikleri için birbirimizi de iyi anlıyoruz. Assos bambaşka, dünyanın en güzel yokuşlarından biri Assos’u inişi, Midilli Adası’na baka baka, komşuya selam ederek, radyoların birbirine karıştığı bir sınır bölge, enfes diyebilirim, Eceabat’tan 10 kat daha güzel, ama Eceabat kadar şehre de yakın değil işte. 😊
Uzattığımın farkındayım, eni konu anlatmak istedim çünkü, eğer siz de firar etmek istiyorsanız emekliliğinize gün saymak zorunda değilsiniz, çünkü küçük illerdeki işyerlerinin de sizler gibi profosyonellere, büyük şehirlerden gelen insanların kurumsallığına, vizyonuna ihtiyacı var, ülkemizin gelişimi için başında yapılması gereken bu ekonomik dağılım keşke bizlerin emekli olmasını beklemese. Gittiğiniz yerlerde iş bulmak ve bu şehirlerin bütçesine göre yaşamak mümkün, başta zor gibi görünse de aslında hayatta zaten inandığım bir şey varsa herşeyin insana özgü olduğu, insan evladı herşeye alışıyor. Başta arkadaşlarım nerede diyorsunuz, sonra o yoklukta kendinize ve hayatınıza o kadar çok zamanınız kalıyor ki bir bakıyorsunuz bir sürü hobiniz olmuş, bir çok şeyle aynı anda birlikte uğraşıyorsunuz, bunları yaparken de yeni dostluklarınız oluşuyor. İstanbul’a gittiğimde oradaki arkadaşlarımın bana söyledikleri sen yokken de görüşemedik zaten oluyor, nedense büyük şehirlerde hayat yoğun ve çok meşgul olduğu için, bir de trafik zıvanasından insanlar birbirlerine vakit ayıramıyor, ben her İstanbul ziyaretimde önceden organize olduysam verimli, özlem dolu görüşmeler yapıyorum arkadaşlarımla. Yapamadığım bir şey etkinliklere vakit ayıramamak, evet bu konuda müthiş bir özlemim var, ama başka getirileri oldu hayatın bana, buraya taşındığımdan beri üyesi olduğum koro ekibimizle 5 defa konser verdik, yani bir koro sanatçısıyım ve şarkı söylemek için sahneye çıkıyorum, 2 defa düet yaptım, bu sene solo yaparım bakarsınız. Çanakkale Belediyesinin Türk Sanat Müziği korosuyuz biz. Aslında batı müziğine daha yatkınım, o nedenle piyano da öğrendim bu firar sonrasında, batı müziği korosu bulamadım bu şehirde, türk sanat müziği korosundayım o nedenle, herkesin tercihi farklı elbette ki, tercih etme şansım olsaydı ses rengime daha yakın olduğu için farklı bir yöne gidebilirdim, ama sanat müziğini de çok seviyorum, ve şansıma koromuzun şefi TRT’de besteleri olan bir profosyonel ve gerçekten sanat yapıyoruz.
Yazımdaki polyannacılığı farkettiniz mi bilmiyorum? Evet hayatta hiç derdi olmayan biri gibi yazdım döktüm ne varsa,  öyle değil tabi ki, benim de şikayetlerim var, ama genel olarak daha mutluyum, eylül ayı dahil denize giriyorum, hava temiz olduğu için 2 yıldır hasta olmuyorum, pazardan tazecik aldığım doğal besinlerle besleniyorum, lüferi herkesten taze yiyorum, zeytini soğuk sıkım, organik ve uyguna bulabiliyorum, aslında en önemlisi hayata pozitif bakmayı öğrendim ve keyif alabildiğim herşeyden keyif almaya çalışıyorum, bu yazıları yazmaya başlamamın nedeni ucundan kıyısından da olsa şikayet ettiğim ve özlem duyduğum şeylere bulaşmak. Şehirli insanın özleyebileceği şeylere dokunmaya çalışıyorum işte, dokunacağım da, projelerim var bakalım, umarım hayata geçirebilirim. Küçük şehirlerde yaşamaya niyeti olan arkadaşlarıma cesaret verebilmek için yazdım bu yazıyı, biraz da özendirmeye gayret gösterdim, güzelliklerinden bolca bahsettim kusura bakmayın, ama bu düşünüz aslında düş değil, uzanabileceğiniz mesafede. Başta daha küçük paralar kazanıyorsunuz büyük şehirlere göre, sonra burda farklı fırsatlar yakalayarak güzel bütçelere de dönüştürebilirsiniz gerçekten isterseniz ve hayallerinizi kovalarsanız, bu hayata bir defa geldiğimize göre sanki hayallerimizin peşinden koşmaya değer ha ne dersiniz, firar eyleyin dostlarım, firar edelim ki güzellikleri yaşayalım, ülkemize de yaşatalım sonra, mutlu insanları olalım bu ülkenin, herşeye rağmen.  Düşerinde de olsa firar edenlere sevgilerimle.

Seçil,



Literatürde Eceabat
  
“Eceabat, Çanakkale ilinin Trakya topraklarında yer alan iki ilçesinden biridir. İlçe, Trakya’ nın güneybatısında, Çanakkale Savaşları ile adını tarihe yazdırdığı mekanı olan Gelibolu yarımadasının ise güney ve güneybatı kısmında bulunmaktadır. 490 km2 yüzölçümüne sahip ilçe, yarımadayı çevreleyen denizi hemen ardından yükselen, en yükseği 300 metreyi biraz geçebilen ( Kocaçimen Tepesi -305 mt ) yumuşak tepeler, bu tepelerin arasında kendisine yer bulmaya çalışan dar düzlükler, bu düzlükler boyunca akan kısa ve zayıf çaylarla şekillenmiş bir coğrafyaya sahiptir. Eceabat, Çanakkale boğazı gibi Asya ve Avrupa’ dan gelen karayollarını denizyolu ile bağlayan, stratejik önemi çok büyük bir su yolunun başında kurulmuştur. İlçenin doğusunda Çanakkale boğazının serin suları bulunurken, yarımadanın diğer kısımlarını ise Ege denizi ve bu denizin Trakya’ ya doğru uzanan bir parçası olan Saroz körfezi çevreler. Kara sınırı ise Çanakkale’ nin Gelibolu ilçesi iledir. Boğazın sularının ötesinde Çanakkale, Eceabat’ ın da karşısında yer alır. İlçenin denizden yüksekliği 2 mt’ dir. Köyleri ile birlikte ilçenin nüfusu 2007 sayımı sonuçlarına göre 9900, merkez ilçe nüfusu ise 5500 kişi civarındadır. Eceabat’ ın 12 köyü bulunmaktadır. Tarihi kayıtlarda eski yerleşim adlarıyla hala bilinirlik taşıyan bu köyler şunlardır : Alçıtepe ( Kitre ), Behramlı ( Büyük Behramlı ), Beşyol ( Tursun / Dursun ), Bigalı ( Çamyayla / Boğalı ), Büyükanafarta, Kilitbahir ( Kilit-ül-bahir ), Kocadere, Küçükanafarta, Kumköy, Seddülbahir, Yalova, Yolağzı ( Siğilli, Siğli, Saidli ) Eceabat karasal iklim ile Akdeniz ikliminin şekillendirdiği bir geçiş ikliminin etkisi altındadır. Milli Park içerisinde yapılan ağaçlandırma çalışmalarına rağmen orman varlığının çok olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu haliyle bozuk makilikler gözlemlenir. İlçenin geçim kaynakları arasında tarım ve balıkçılık faaliyetleri belirgin bir yer tutar. Buna karşılık otlakların az oluşu, ilçenin Milli Park sınırları içinde yer alışı sebebiyle hayvancılık faaliyetleri ahır ve besi hayvancılığı olarak yapılabilmektedir. Tarım faaliyetleri arasında Trakya’ nın genelinde ekimi yaygın olan buğday ve ayçiçeği başta yer alır. Bağcılık, zeytincilik, meyve yetiştiriciliği ve sebzecilik diğer tarım faaliyetleri arasında yer alırken, susam ve pamuk ekimi ise daha özellikli bir nitelik taşır. Balıkçılık ise yörenin diğer önemli geçim kaynağıdır. Eceabat’ı çevreleyen zengin sularda en çok tutulan balık, Çanakkale balıkçılığıyla özdeş olan sardalyedir. Lüfer, palamut, levrek, kefal, istavrit gibi balıklar da balık halinde çokça yer bulur. Sanayi tesisleri konusunda çok önemli bir varlığı olmayan Eceabat’ ta balıkçılık ve tarım ürünleri konusunda yan sanayi oluşturmuş küçük işletmeler, istihdama çok da katkısı olmayan tekstil ve hediyelik eşya üzerine zayıf tesisler bulunur. Tarihi ve kültürel varlıkların en yoğun olduğu ilçelerin başında yer alan Eceabat, Çanakkale Savaşları’ nın da mekanı olup 1973 yılından bu yana Tarihi Milli Park statüsünde bulunmaktadır. Öte yandan zengin su altı varlığı ve doğal batıkları ile son yıllarda dalış turizminin en gözde merkezlerinden biri olma potansiyeli bulunmaktadır. Eceabat ve çevresi eski çağlardan beri yerleşimlere sahne olmuştur. M.Ö. 2000' lerde Fenikeliler tarafından kurulduğu varsayılmaktadır. Troia ve Midilli' li denizcilerin Eceabat kıyılarına kadar gelip zayıf kıyı kentleri ve limanlar oluşturdukları tarihi bulgulardan anlaşılmaktadır. Bugünkü Eceabat’ ın antik dönemlerdeki ismi ise Maydos/Matidos/Madytos ‘ tur. Tam kuruluş tarihi bilinmese de, Heredot ve Helennikas tarihinde adı geçtiğine göre M.Ö. 5 yy’ dan önceki tarihlerde kurulmuş olması muhtemeldir. İlçenin adı yörenin fethinde büyük yararlılık gösteren ve yarımadanın bu kısmına gazileriyle çıkan Ece Yakup Bey’ den gelmektedir. Onun ismine, “imar eden” manasındaki “abat” kelimesi eklenerek Eceabat’ a dönüşmüştür. Ayrıca Ece Yakup’ un gazileriyle fetih öncesinde kendine mesken edindiği Saroz yönüne bakan bir koya onun ismi verilmiştir. Ece Koyu… Fatih Sultan Mehmet döneminde boğazların önemine binaen Kilitbahir kalesi inşa ettirildi. Diğer Osmanlı sultanları da çeşitli kaleler yaptırdı ve varolanların onarımlarını sağladı. Özellikle Sultan 2. Abdülhamit döneminde stratejik önemi sebebiyle Boğaz’ ın Rumeli yakası tabyalarla donatılır. Bu tabyaların birçoğu Çanakkale Savaşları sırasında büyük yararlılıklar göstermiştir. 1.Dünya Savaşı yılları ise tarihin Çanakkale’ de kırıldığı andır. 1915 yılında Çanakkale Savaşları’ nın yaşandığı mekan her ne kadar yarımadaya adını veren Gelibolu ile anılsa da, aslında en hararetli savaşların yaşandığı topraklar yarımadanın Eceabat ilçesi sınırlarındadır. Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları neticesinde savaşın her iki tarafından 500 binin az üzerinde asker kaybedilmiştir. Cumhuriyet döneminde Çanakkale iline idari olarak bağlanan Eceabat, 1926 yılında belediye olur. Ece Koyu ve Akbaş Limanı hattının batısında yer alan 33 bin hektarlık alan 1973 yılında çıkartılan bir kanunla Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ilan edilir. Burası Çanakkale Savaşları’ nın en yoğun yaşandığı Eceabat topraklarını kapsar. 1994 yılında yarımada da yaşanan orman yangınları halkın vicdanında derin yaralar açınca, yeniden ele alınan Milli Park, ilaveten çıkartılan yasalarla tarihi yarımadanın içinde gezilebilen, yaşananlara tarafsız bir duyguyla bakılabilecek, köylerinde yaşayanların gündelik hayatlarını sosyo-ekonomik olarak sürdürmeye iman veren, aynı zamanda yerli ve yabancı turizm faaliyetlerinin gelişmesine olanak verecek bir “Barış Parkı”na çevrilmiştir.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar